12 Nisan 2020 Pazar

Yeni Çağ


           Uzun zamandır yazı kaleme almamıştım bunun için zamanımın olmadığından şikayet ediyordum. Kafamda yazacaklarımı toparladıktan sonra şimdi yeniden kelimelerleyim. Öncelikle dünya genelinde meydana gelen korona virüs ( covid-19 ) salgını insanları evlerine çekilmelerine, sosyal ilişkilerinde fiziksel mesafeye ve bence en önemlisi kendileriyle zaman geçirmeye "mahkum" etti. Buna mahkumiyet diyorum çünkü her fırsat ne kadar sıkıldıklarını yüksek sesle dile getiriyorlar. Bu iyi bir şey daha çok sıkılın. Bazı ilaçların tadı acıdır bu da öyle. Çünkü sürecin sonunda kendinle barışık bir halde yaşama kaldığın yerden devam edeceksin. Daha farkında bir şekilde. Kendine olan yabancılaşmanın farkına varıp, içindeki potansiyeli keşfetme arzusuyla içe döneceksin. Bu keşif gönüllü insanların yaptığı bir eylemken şimdi insanlığın çoğu için bir "yaptırım" haline geldi. Bunu faydalı görüyorum. Dedim ya bazı ilaçlar acıdır. En uzak kendinden en yakın kendine bir yolculağa çıkacaksın, kolaylıklar dilerim. :)
           İnsan canlısının en büyük ayırt edici özelliklerinden bir tanesi de adapte olma hızı. Gerçekten de uyum sağlama hızımız çok şaşırtıcı değil mi ? Bu süreci yaşamıyor olsaydık evde ekmek mi yapardın ? Evde spora mı başlardın ? Enstrüman öğrenmeye fırsat mı yaratırdın ? Bilgisayar programı, yazılım öğrenmeye mi karar verirdin ? Kitap m okurdun ? Örnekleri çoğaltmak mümkün elbette. Potansiyelimizdeki en büyük yücelik motor becerilerden, soyut işlemlerden çok daha fazlası üstelik. Daha nefsimize inip içimizdeki hırsı, kibri, kötülüğü sorgulayacağız. Bunu da evet kendinle kaldığın süre içerisinde yapacaksın. Buna biraz daha zaman var. 
          Şimdi değerlerimizi yeniden yaratım sürecine giriyoruz. Öncelikle sahip olduğumuz maddi şeylerden başlayalım. Kaç çift ayakkabın vardı ? Farklı şekillerde kombinleyebileceğin kaç kıyafetin ? Rengini bulmak için tribe girdiğin rujunu kullanıyor musun artık ? Tuttuğun futbol takımının kombine biletini duvara asarsın ne güzel hatıra. Ya da filtre kahve içmeden nasıl sosyalleşebiliyorsun ? Çoğumuzun temel ihtiyaçlarını karşılamak dışında harici bir harcaması yok artık. Hoş geldin minimalizm :) Geçen gün farkettim cildim daha parlak artık, uykumu almış bir şekilde uyanıyorum. Farkettiniz mi havadaki oksijen arttı temiz hava alıyoruz. ( şimdilik evden ama olsun geçici bu zaman .) Ozon tabakasındaki delik küçülüyor. Hayvanlar şimdi daha kendileri olabiliyor insan söümürüsü ve şiddeti görmeden.  Süreç bizi daha sağlıklı hale getirdi şimdiden ama yetmez.
          Artık şu endüstriyel hayvancılığa da bir el atılır umarım. Dünya tarihinde yaşanmış büyük salgınların çoğu hayvanlardan bulaşma. Hayvanların dili olsaydı şu halimize bakıp "oh olsun " derler miydi acaba.  Vejeteryan değilim ama olmamak için hiç bir mantıklı gerekçem yok. Bunun için kendimi ehlileştirmeye de hazırım. Şehirlerde yaşıyor olmamız doğadan uzaklaştığımız yanılsamasına götürmesin bizi her halükarda doğa bizim evimz. Bu virüs de doğanın bir parçası acizliğimize bir bakın. Milyar insan nasıl da güçsüz kaldık. Uzaya gidebiliyor olmak bizi efendi yapmayacaktı elbette. .Kibrimizi bu süreçte yeneceğmizi umuyorum. Birikim rejimi ve talan kültüründen vazgeçtiğimiz takdirde yeni bir çağ ve yeni bir yaşam biçimi bizleri bekliyor olacak.

          Yazmaya devam edeceğim başka başka konular üzerine de. Son olarak şunları söylemek istiyorum. Öyle ya da böyle kendimizi tanıyıp, keşfedip, potansiyelimizi açığa çıkaracağız ve bencillikten vazgeçip yaşam dünyasındaki canlılara saygı duymayı öğreneceğiz. Var oluşsal krizler yaşamamak için bu şart artık.
       

9 Ağustos 2019 Cuma

Sokağın Dansı





Takdir edilmek, beğeni toplamak, görünür olmak, ve izleyenlerle doğrudan iletişime geçebilmek. Her bir cümle farklı açılımlara sahip olsa da bir arada görünür kalmalarını sağlayan araçtır dans.

Sokağın dansı, üniversitenin veya dans kurslarının aynalı salonlarından çok daha farklı bir dinamiğe sahiptir. Sokak öncelikle çatısız, duvarsız bir ortamdır. Sokaktan geçen her hangi biri zengin – fakir, kadın – erkek, genç – yaşlı, siyah – beyaz veya herhangi bir ırktan olabilir. Bu popülasyon içerisinde elini mermere sürtmekten çekinmeyen, yere uzanmaktan üstünün kirlenmesinden gocunmayan, soğuk havada üşümeyi göze alan, belki yarım ekmek döner ve ayranla 5/6 saat antreman yapan buna cesaret eden insanların dans arzusundan / istencinden bahsetmek istiyorum.

Akşam vakti, iş çıkış saati. Dans eden insanların toplandıkları ortak bir mekan, belki bir banka önü ya da okul. Çünkü mermer zemin dans etmek için tercih edilen bir doku. İşten çıkmış insanlar kimi konfeksiyoncu, kimi berber çırağı, kimi babasının işiyle uğraşıyor, kimi zengin bir aileye sahip çalışmıyor, kimi öğrenci. Bu insanları bir araya getiren aradaki bağı sağlayan şey sokak dansı. Büyük bir çember oluşturuluyor, sırayla içeri girip tarzlarını sergiliyor dansçılar. Mutlular, eğleniyorlar, yargı yok çember form hiyerarşi yok 360 derece herkes her yerde. Figürlerde daha yetenekli olan aralarına yeni katılan “dansçı” adaylarına öğretiyor. Figürlerin literatür bilgisi yok Türkçe isimler uydurulmuş. Dansla ilgili çekilmiş yabancı bir film ilham kaynağı olabiliyor bazen de şarkı kiliplerindeki dansçılar.

Bazen polisle başları derde girebiliyor dansçıların. Ya biri müziğin sesinden şikayetçi ya da dansçılar arasında suça karışmış insanlar var. Bunun önemi yok dansçılar arasında asıl olayları tarzlarını sergilemek. Dedim ya sokağın dansı bu herkes her yerde. Bazen bu insanları yerel bir mağazanın açılışında dans ederken görebilirsiniz. Özensiz seçilmiş bir müzik fazla uzun olmayan kısa routin’ ler asıl önemlisi bireysel yetenekler. Bireysel yatenek farklılığı önemli sokak dansında. Hem bir üstünlük sağlamak hem de bir WOW efekti almak. Evet WOW ! Sokaktan öylece geçen birinin görünür olduğu ilk an belki de. Bir bankacı bir berber çırağını alkışlıyor, öğretmen bir kadın konfeksiyon işçisini göz hapsine almış WOW! Takdir edilmek ve görünür olmak araçsallaşıyor bir noktada. Küçük çaplı gruplar kuruluyor imkanlar el verdiği ölçüde gösterilere çıkılıyor. Dans belki de ilk defa kazanç getiren bir iş olarak düşünülebilirde. Aynı zamanda bu insanlar sokak dansını oranizasyonları düzenliyorlar. Başta İstanbul, Ankara, Bursa, Antalya, İzmir, Sakarya, Çanakkale, Adana olmak üzere bir çok ilden dansçılar aralarında yarışıyor, battle diyorlar buna. Sokak dansının ruhunda olan bir olay bu battle (kapışma). Saygı bu ortamda dansçılar arasında kazanılıyor. Sokakta doktordan alınan WOW battle’da rakiplerini yenerek kazanılan başarı. Sokak dansçısının kendini gerçekleştirmesi budur.

Malesef günümüzde sokakta dans eden kimseler kalmadı….Öncelikle medyada yayınlanan dans yarışmaları çok daha geniş kitlelere dansı ulaştırmış olsa da aynı zamanda giriimci insanların dans stüdyolarında “sokak dansı” nı da ders olarak eklemesiyle yavaş yavaş sokaktan salonlara bir kayma oldu. Bir kısım sokak dansçısı ise gittiği üniversitede dans kulübü kurarak ya da dans kulübüne sokak dansını ekleyerek yeni alanlara sokak dansını yaymayı başardı. Ama sokak dansı bugün hala geniş bir kesim tarafından tüketilen bir meta olmaktan kurtulamadı.

Sokak dansı terimini özellikle kullanmayı tercih ettim bahsi geçen dans stilleri arasında breaking style ve popping style yer almaktadır


7 Temmuz 2019 Pazar

Dans Üzerine...

              Dans üzerine yazıp, çizmek, anlatmak dans etmekten daha zordur. Çünkü dans bir dildir zaten. Dans dili üzerine bir de yazmak dansın tercümanlığından öte bir yere geçebilemez. Ama yine de dansın sözel anlamı üzerine gidelim, müziksiz de olsa kendimizi ifade edelim

           
Düşünce ve yaşam pratiğinin geçiş noktasında durur dans. Duygulanımlarımızın bedensel ifadesidir. Müziğin minör/majör duygulanımlarından bahsetmiyorum. Genel ruh halimizin dışa vurumu, karakterimizin cisimleşmesi, bilinçaltımız, travmalar vs. uzar gider. Etrafınızda dışa dönük insanları dans ederken gözlemleyin. Seçtiği tarz, dinlediği müzik, jest ve mimiklerine bir bakın. Kıyas yapabilmek adına içe dönük melankolik insanların seçtiği tarz, dinlediği müzik, akışındaki yoğunluk, jest ve mimiklerine bir bakın. Demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Yani diyorum ilgi duyduğumuz dans tarzının ve müziğinin bedenimizin tümüyle ilgisi var. Beden diyorum çünkü düşünceyi bedenden bağımsız olarak görmüyorum.

            Dans bir beden dilidir. Daha anlaşılabilir olması için dil içerisindeki sesleri, kelimeleri, cümleleri ve kavramları dansın teknik içerisindeki aktarımına uyarlamak mümkün. Dans figürlerimiz kelimelerdir, kelimeler ardı ardına sıralanır cümleleri oluşturur biz buna “performance, routin, koreografi” deriz. Basic’ler kavramlardır tanımlı hareketlerdir. Kavramı anlamı ile birlikte alırız daha sonra tekrar yorumlarız tıpkı basic’lerin varyasyonlarını türettiğimiz gibi. Dans etmeye başlamak yenir bir dil öğrenmek gibidir. Sesleri heceleri tanımak gerekir önce tıpkı önce bedenimizi tanımamız gerektiği gibi. Kelime bilgimiz arttıkça yani beden uzuvlarımızın hareket alan ve açılarını öğrendikçe kendimi ifade edebilmeye biraz daha yakınızdır. En azından anlıyoruzdur ama konuşamıyoruzdur şimdilik ☺ Farklı dans disiplinlerinden yararlanmak ise bulmaca çözmek gibidir. Bu seviye artık kelime oyunları, retorik hatta akrostiş dahil dilin incelikleri kullanıma açılır. Dansın öğretilmesi ve öğrenilmesi bu şekilde mümkündür. Ezber cümlelerle veya ezber figürlerle dans eğitimi olmaz. Şimdi anladık mı eğitim sistemi neden yabancı dil öğretemiyor. ? Düşünce ve pratiğimiz aynı paralelde ise verim alır ve bir akış yakalarız. Aksi halde enerjimiz boşa akacaktır. Dansın mental aşamasına henüz girmedim bile bunu şimdilik erteliyoruım…


             Dans aynı zamanda felsefi bir bakıştır. Bedeninle bir başınasındır, kendinlesindir, özünlesindir. Günümüz tüketim çağında en son bedeninle ne zaman baş başa kaldın ? Hayır onu demiyorum, dans bağlamında soruyorum…. Kendinle dans etmeyi öğrenmek başlı başına bir süreçtir, sabretmeyi öğretir en başta. Gösteri dünyasının zehrettiği beğenilme arzusunu terbiye eder çünkü kendinlesindir. Bilirsin alkış yoktur, tebrik edilmezsin ama yine de devam edersin işte o anda dans kapısını aralamışsın demektir. Artık şimdi dansın diliyle kekeleyebiliriz


7 Nisan 2018 Cumartesi

Acemi Asker



Askerliğin birinci partı bitti, acemilik eğitimimi Kütahya'da tamamladım. Bana askerlik anılarımı soruyorlar malûm askerlikle beni pek bağdaştıramazlardı. Teker teker anlatmaktansa yazayım istedim. Öncelikle şunu söyleyeyim askerlik tamamen bireysel bir deneyim. Yani askerliğini sizden önce yapmış kimselerin dediklerini çok da şee yapmayın, kendiniz keşfedin derim. Gördüm ki nizamiye kapısından içeri girdiğiniz andan itibaren, bölüğünüze göre, koğuşunuza göre, eğitim çavuşunuza göre, komutanlarınıza göre askerlik eğitiminiz farklılık gösteriyor. Nizamiye kapısından ilk girdiğim gün, artık geri dönüşü olmadığını hissettiğimde, benim burada ne işim var ? Bu olanlar da ne ? Bu insanlar kim ? Sıralı soruları peşi sırada zihnimde dolaştı durdu. Toplu halde sivil kıyafetleri çıkardık, toplu halde kamuflajları giydik, toplu halde aşı olduk, botlarımızı toplu halde bağladık. O andan sonra her şeyi hep birlikte yaptık bu da geçiş sürecini kolaylaştırdı tabi. Koğuşlara onar kişilik yerleştirildik hepimizin suratında aynı ifade vardı "şimdi ne olacak" :) daha sonra çok güzel bağlar kurdum koğuş arkadaşlarımla gülecek her zaman bir malzememiz vardı. Sabahları 05:30 da kalkmaya alışamadım hala daha. Sabah kalk traş ol, yatağını askeri nizama uygun düzelt, kamuflajı giy ve botları bağla bunlar her sabah küfretme sebebimdi ama öğlene doğru açılıyorsun :) Günde 7/8 defa içtimamız olurdu 219 tane adam tam oluncaya kadar sayılırdık, bir kişi eksik olursa o gelene kadar beklenir. İlk başta anlam veremediysem de sonra farkettim ki, asıl mevzu, herkes biri, biri herkes için. Verilen görevler başta zor gelebiliyor ama hep beraber yapıldığı için eğlenceli tarafını görüyorsun. Mesela ormanda kozalak toplamıştık bir keresinde 2 bölük toplamda 450 tane askeriz. Eylemin kendisi çok anlamsız ama birlikte yapılınca eğlencesi bol bir gündü (: Özgürlüğünün elinden alınmış olması başlı başına trajik bir durum. Sivildeki hayatı çok düşünmemek gerekiyor yoksa düşüşler yaşamamak elde değil. Özlediğim çok fazla şey oldu bunların en başında dans etmek var. Müzik dinlemek, çıkıp dışarı rahatça dolaşmak, fotoğraf çekmek bunlardan bazıları. Mesela bacak bacak üzerine atmak ceza alma sebebiniz olabilir, ince belli çay bardağında demleme çay içmek büyük lüks. Özgürlüğün değerini yeniden anladım. Her şey önceden belirli kalkıp toplanacağınız saat, yemek saati, eğitim saati, dinlenme vakti, yatma saati. Yemeklerin ise besin değeri çok yüksek etsiz, çerezsiz öğün yok neredeyse. Altı kilo almışım daha da alırım diye düşünüyorum. Yarın usta birliğine teslim oluyorum Erdek/Bandırma. Asıl askerliğin usta birliğinde başladığını söyleyen de var. Asıl zor olan kısmın acemilik eğitimi olduğu usta birliğinin daha rahat olduğunu söyleyen de dedim ya askerlik bireysel bir deneyim. Bana kalırsa acemilik eğitimi benim beklediğimden daha hafif geçti. Onbeş şınav da çekiverin artık :) Sosyoloji, felsefe, psikoloji alanlarını dışarıda bırakmakta fayda var. Okuduğun kitaplar, izlediğin filmler, ilgi alanların bunlar özel edinimler olduğundan içinde kalabiliyor benim öyle oldu açıkcası bunlar üzerinden çok paylaşımım olamadı. Ama samimi arkadaşlık ilişkileri edindim, sanki yıllardır tanıyomuşcasına bir bağ gelişiyor koğuş arkadaşlarınla aranda. Dış dünyanın yapaylığından uzak, bu güzel bir deneyim işte. Şunu hissediyorsun olası bir savaş durumunda senin arkanı kollayacak adam yanındaki insan. Aynı şekilde yanındaki insanı da sen kollayacaksın. Bu şekilde karşılıklı bir güven duygusu inşa ediliyor bunu hissetmek de güzel bir deneyim. Teori ve düşünsel boyutu dışarıda bırakıp pratikte kurduğun bağ da farklıymış yani. Son olarak da askere gitmeden önce çevremde çok insan olmasını marifet sayardım. Askere gidince sabun köpüğü gibi yok olduğunu hissettim insanların, bir keresinde telefon rehberini gezinirken muhabbet edecek 3/4 kişi zor bulduğum oldu :( Bu yazıyı okuyanlara tavsiyem olsun özgürlüğü kısıtlı olan kimselerle kurduğunuz diyaloglara dikkat edin, yerine getirmeyeceğiniz sözleri laf olsun diye söylemeyin, belki sivil hayatta gelişi güzel şeyler gibi gelebilir ama askerdeyken etkisi büyük oluyor. Büyük hayal kırıklığı oluyor.... Devamı gelecek.. .


5 Mart 2018 Pazartesi

Ziyan

Sosyal ve kültürel sermaye yoksunluğuna bağlı gelişmiş çelimsiz bilinç, pek ala mışlı mişli ezoterik mitlerin esiri olabilir. Bilinç özgürlüğü vaat eden düşünürün, egosuzluğun egosu tavrı alt kültür kimselerince bir paravandır. Kendiliğine yönelik zaman geçirme eyleminin neliği birikimsiz "çelimsiz bilincin" zaman öldürme veya boşa harcanan vakit deyimidir. Oysa yaşam pratiği anlar içinde saklı gizemlerle doludur bir sineğin kanat çırpışı bir su içinde ışığın kırılması... Yalnızlık korkusunu en ücra köşelerinde hisseden kimsenin evrenin büyüsü karşısında pasifliği/tutukluğu ziyandan başka bir şey değildir...


4 Mart 2018 Pazar

Ten

Şimdi seninle sarmaş dolaş olmuş bedenimizle bir uzun oturuşlarımız var. Parmaklarımıza kadar huzur dolmuş, huzurunu kaçıracak bir kapı gıcırtısına dahi düşmanız, sarmaş dolaş tenimizle. Sarılmalar en anlaşılır dilimiz. Cümlesi cümlesine kelimesi kelimesine hatta noktası virgülü bile bizden yana. Bir derin iç çekişleri olurdu kadının, adam erirdi sıcağından. Hangi kavrama tutunsa elinde kalırdı, bir soluk nefes gibi gömülürdü yorganın altına. Birazdan ama birazdan kadın tutacaktı ellerinden verecekti ona yere düşmüş onurunu. Tanrı bile kıskanırdı bazen kadının var edişini ve yok edişini, belki de uzaktan bakıp gurur duyuyordur kadınıyla... Kadını demişken tanrı da sahipleniyor mudur onu ? Sonra birbirimize dönüyoruz, gözlerimiz takılıyor gözlerimize, bir dipsiz kuyu gibi derin. Derin ama hemen ardı kadının zihni, bilinci kendimin var olduğu yer, ne güzeldir orası... Güzel mi dedim ? Demeseydim, kavramları eriten bu kadının gözlerine bakıp demeseydim de eriseydim  Gözyaşlarıyla harmanlayıp yaratırdı baştan belki beni. Sonra ellerimiz birleşiyor, tüm edepsizliklerdir başımıza gelen. Terli kadın bir bilseniz nasıl güzel...


Müşkülpesent

Kimdir ki insanın hayrına dokunan, şehvet havuzunda yüzerken çoktur kimsenin yandaşı hele bir işin düşmeye görsün. Boğuluverir orada, ölü taklidi yapar da el uzatanı olmaz. Düşerken birine tutunma ihtiyacı insanın doğasında var da tutunulanın koyverirken ki hazzı nedir dillendirilmez. Zavallıya acınmaz zavallılığındandır özü ,hem her şey her şeyde değil midir ? Tanrıyı var eden de ona söven de aynıdır, hakka inandım diyenin adaleti neden zayıftır ? İnandım diyenin açgözlülüğü, hırsı, küfrü şeytanın övgüsü değil de nedir ? Hem nerede Ali'nin Ömer'in "rahle-i redrisat"ı, bir müşkülpesent ben mi kaldım tanrısını öldüren.? Çekilince bir köşeye göz susar kalp görürmüş sahi nefsi, hem ne ola ki riyakara ? Şehveti doymazmış bir türlü. Tutkusu dört nala koşmuş da kırgınlıktan ölememiş kimselere. Bilinsin tapınılsın istemiş ya tanrı, heh işte öyle bir arzu olmuş bedeninin fikri. Ne yaparsın bu riyakara ? Fikre küsüp yorgan yakmak şanından mıdır tanrının ? Gezmiş de beden beden bulamamış kinine bir çukur, sığda çukur ne ola ? Örtünmüş üzerine bir başınalığını, çatlatana kadar tutkusunu, sürmüş gitmiş riyakar, diyardan diyara.