7 Nisan 2018 Cumartesi

Acemi Asker



Askerliğin birinci partı bitti, acemilik eğitimimi Kütahya'da tamamladım. Bana askerlik anılarımı soruyorlar malûm askerlikle beni pek bağdaştıramazlardı. Teker teker anlatmaktansa yazayım istedim. Öncelikle şunu söyleyeyim askerlik tamamen bireysel bir deneyim. Yani askerliğini sizden önce yapmış kimselerin dediklerini çok da şee yapmayın, kendiniz keşfedin derim. Gördüm ki nizamiye kapısından içeri girdiğiniz andan itibaren, bölüğünüze göre, koğuşunuza göre, eğitim çavuşunuza göre, komutanlarınıza göre askerlik eğitiminiz farklılık gösteriyor. Nizamiye kapısından ilk girdiğim gün, artık geri dönüşü olmadığını hissettiğimde, benim burada ne işim var ? Bu olanlar da ne ? Bu insanlar kim ? Sıralı soruları peşi sırada zihnimde dolaştı durdu. Toplu halde sivil kıyafetleri çıkardık, toplu halde kamuflajları giydik, toplu halde aşı olduk, botlarımızı toplu halde bağladık. O andan sonra her şeyi hep birlikte yaptık bu da geçiş sürecini kolaylaştırdı tabi. Koğuşlara onar kişilik yerleştirildik hepimizin suratında aynı ifade vardı "şimdi ne olacak" :) daha sonra çok güzel bağlar kurdum koğuş arkadaşlarımla gülecek her zaman bir malzememiz vardı. Sabahları 05:30 da kalkmaya alışamadım hala daha. Sabah kalk traş ol, yatağını askeri nizama uygun düzelt, kamuflajı giy ve botları bağla bunlar her sabah küfretme sebebimdi ama öğlene doğru açılıyorsun :) Günde 7/8 defa içtimamız olurdu 219 tane adam tam oluncaya kadar sayılırdık, bir kişi eksik olursa o gelene kadar beklenir. İlk başta anlam veremediysem de sonra farkettim ki, asıl mevzu, herkes biri, biri herkes için. Verilen görevler başta zor gelebiliyor ama hep beraber yapıldığı için eğlenceli tarafını görüyorsun. Mesela ormanda kozalak toplamıştık bir keresinde 2 bölük toplamda 450 tane askeriz. Eylemin kendisi çok anlamsız ama birlikte yapılınca eğlencesi bol bir gündü (: Özgürlüğünün elinden alınmış olması başlı başına trajik bir durum. Sivildeki hayatı çok düşünmemek gerekiyor yoksa düşüşler yaşamamak elde değil. Özlediğim çok fazla şey oldu bunların en başında dans etmek var. Müzik dinlemek, çıkıp dışarı rahatça dolaşmak, fotoğraf çekmek bunlardan bazıları. Mesela bacak bacak üzerine atmak ceza alma sebebiniz olabilir, ince belli çay bardağında demleme çay içmek büyük lüks. Özgürlüğün değerini yeniden anladım. Her şey önceden belirli kalkıp toplanacağınız saat, yemek saati, eğitim saati, dinlenme vakti, yatma saati. Yemeklerin ise besin değeri çok yüksek etsiz, çerezsiz öğün yok neredeyse. Altı kilo almışım daha da alırım diye düşünüyorum. Yarın usta birliğine teslim oluyorum Erdek/Bandırma. Asıl askerliğin usta birliğinde başladığını söyleyen de var. Asıl zor olan kısmın acemilik eğitimi olduğu usta birliğinin daha rahat olduğunu söyleyen de dedim ya askerlik bireysel bir deneyim. Bana kalırsa acemilik eğitimi benim beklediğimden daha hafif geçti. Onbeş şınav da çekiverin artık :) Sosyoloji, felsefe, psikoloji alanlarını dışarıda bırakmakta fayda var. Okuduğun kitaplar, izlediğin filmler, ilgi alanların bunlar özel edinimler olduğundan içinde kalabiliyor benim öyle oldu açıkcası bunlar üzerinden çok paylaşımım olamadı. Ama samimi arkadaşlık ilişkileri edindim, sanki yıllardır tanıyomuşcasına bir bağ gelişiyor koğuş arkadaşlarınla aranda. Dış dünyanın yapaylığından uzak, bu güzel bir deneyim işte. Şunu hissediyorsun olası bir savaş durumunda senin arkanı kollayacak adam yanındaki insan. Aynı şekilde yanındaki insanı da sen kollayacaksın. Bu şekilde karşılıklı bir güven duygusu inşa ediliyor bunu hissetmek de güzel bir deneyim. Teori ve düşünsel boyutu dışarıda bırakıp pratikte kurduğun bağ da farklıymış yani. Son olarak da askere gitmeden önce çevremde çok insan olmasını marifet sayardım. Askere gidince sabun köpüğü gibi yok olduğunu hissettim insanların, bir keresinde telefon rehberini gezinirken muhabbet edecek 3/4 kişi zor bulduğum oldu :( Bu yazıyı okuyanlara tavsiyem olsun özgürlüğü kısıtlı olan kimselerle kurduğunuz diyaloglara dikkat edin, yerine getirmeyeceğiniz sözleri laf olsun diye söylemeyin, belki sivil hayatta gelişi güzel şeyler gibi gelebilir ama askerdeyken etkisi büyük oluyor. Büyük hayal kırıklığı oluyor.... Devamı gelecek.. .


5 Mart 2018 Pazartesi

Ziyan

Sosyal ve kültürel sermaye yoksunluğuna bağlı gelişmiş çelimsiz bilinç, pek ala mışlı mişli ezoterik mitlerin esiri olabilir. Bilinç özgürlüğü vaat eden düşünürün, egosuzluğun egosu tavrı alt kültür kimselerince bir paravandır. Kendiliğine yönelik zaman geçirme eyleminin neliği birikimsiz "çelimsiz bilincin" zaman öldürme veya boşa harcanan vakit deyimidir. Oysa yaşam pratiği anlar içinde saklı gizemlerle doludur bir sineğin kanat çırpışı bir su içinde ışığın kırılması... Yalnızlık korkusunu en ücra köşelerinde hisseden kimsenin evrenin büyüsü karşısında pasifliği/tutukluğu ziyandan başka bir şey değildir...


4 Mart 2018 Pazar

Ten

Şimdi seninle sarmaş dolaş olmuş bedenimizle bir uzun oturuşlarımız var. Parmaklarımıza kadar huzur dolmuş, huzurunu kaçıracak bir kapı gıcırtısına dahi düşmanız, sarmaş dolaş tenimizle. Sarılmalar en anlaşılır dilimiz. Cümlesi cümlesine kelimesi kelimesine hatta noktası virgülü bile bizden yana. Bir derin iç çekişleri olurdu kadının, adam erirdi sıcağından. Hangi kavrama tutunsa elinde kalırdı, bir soluk nefes gibi gömülürdü yorganın altına. Birazdan ama birazdan kadın tutacaktı ellerinden verecekti ona yere düşmüş onurunu. Tanrı bile kıskanırdı bazen kadının var edişini ve yok edişini, belki de uzaktan bakıp gurur duyuyordur kadınıyla... Kadını demişken tanrı da sahipleniyor mudur onu ? Sonra birbirimize dönüyoruz, gözlerimiz takılıyor gözlerimize, bir dipsiz kuyu gibi derin. Derin ama hemen ardı kadının zihni, bilinci kendimin var olduğu yer, ne güzeldir orası... Güzel mi dedim ? Demeseydim, kavramları eriten bu kadının gözlerine bakıp demeseydim de eriseydim  Gözyaşlarıyla harmanlayıp yaratırdı baştan belki beni. Sonra ellerimiz birleşiyor, tüm edepsizliklerdir başımıza gelen. Terli kadın bir bilseniz nasıl güzel...


Müşkülpesent

Kimdir ki insanın hayrına dokunan, şehvet havuzunda yüzerken çoktur kimsenin yandaşı hele bir işin düşmeye görsün. Boğuluverir orada, ölü taklidi yapar da el uzatanı olmaz. Düşerken birine tutunma ihtiyacı insanın doğasında var da tutunulanın koyverirken ki hazzı nedir dillendirilmez. Zavallıya acınmaz zavallılığındandır özü ,hem her şey her şeyde değil midir ? Tanrıyı var eden de ona söven de aynıdır, hakka inandım diyenin adaleti neden zayıftır ? İnandım diyenin açgözlülüğü, hırsı, küfrü şeytanın övgüsü değil de nedir ? Hem nerede Ali'nin Ömer'in "rahle-i redrisat"ı, bir müşkülpesent ben mi kaldım tanrısını öldüren.? Çekilince bir köşeye göz susar kalp görürmüş sahi nefsi, hem ne ola ki riyakara ? Şehveti doymazmış bir türlü. Tutkusu dört nala koşmuş da kırgınlıktan ölememiş kimselere. Bilinsin tapınılsın istemiş ya tanrı, heh işte öyle bir arzu olmuş bedeninin fikri. Ne yaparsın bu riyakara ? Fikre küsüp yorgan yakmak şanından mıdır tanrının ? Gezmiş de beden beden bulamamış kinine bir çukur, sığda çukur ne ola ? Örtünmüş üzerine bir başınalığını, çatlatana kadar tutkusunu, sürmüş gitmiş riyakar, diyardan diyara.


2 Mart 2018 Cuma

Samuray ve Dansçı Kız



          Bundan yıllar öncesinde uzun boylu, beyaz, minik gözlü bir samuray varmış. Bu samuray girdiği her savaştan galip gelirmiş. Ün sahibiymiş samuraylar arasında. Bir gün samuray atıyla bir ağaç altında dinlenirken uzaktan tatlı bir ses duymuş. Sesin büyüsüne kapılan samuray, sesi takip etmiş ve kırda çiçeklerin içinde dans edip şarkı söyleyen turuncu saçlı, minik, sevimli, iri gözlü, dansçı bir kız görmüş ve o anda çok etkilenmiş. Gözlendiğini fark eden dansçı kız utanıp hemen oradan uzaklaşmış. Samuray bir süre daha baktıktan sonra atına binip şehrin yolunu tutmuş. Günler günleri, aylar ayları takip etmiş. Samuray dansçı kızı aklından hiç çıkaramamış. Zihni bulanıklaşmış ve gücünden düşmeye başlamış. Bir gün şehre kötü adamlar gelmiş ve şehre zarar vermeye başlamışlar. Bizim samuray karşılarına dikilmiş çekmiş kılıcını hemen ama eski gücü yerinde değilmiş artık tek başına karşı koyamayacak durumdaymış. Birden dansçı kız seslenmiş. "Heyyy ne duruyorsun" ? Samuray dansçı kıza bakmış gözleri gözlerine değmiş. İrkilip kendine gelmiş samuray, dansçı kızın bu sözü ve gözleri yetmiş samuraya. Kötü adamlara galip gelip kurtarmış şehri orada. Meğer bizim dansçı kız da samurayı uzaktan izliyormuş önceden ama utangaç olduğundan yanına yaklaşamamış ve durumu olaydan hemen sonra anlatmış. Ve samuraya orada "oppa" demiş samuray da dansçı kıza "hempa" demiş. Sonra samuray dansçı kızı atının arkasına alıp başka şehirlerdeki kötü insanlarla mücadele etmek için yola koyulmuş. Samuray ve dansçı kız birlikte çok ülke görmüşler, bir çok kötü insanı birlikte tepelemişler. Bir çok festivale birlikte katılmışlar, birlikte o kadar güzel vakit geçiriyorlarmış ki, dışarıdan bakanlar hem imrenip hem kıskanıyorlarmış. Aylar ayları yıllar yılları böylece takip etmiş. Samuray ve dansçı kızın da aralarında bulunduğu kalabalık bir arkadaş grubu dahi oluşmuş. Hep birlikte eğlenir, birlikte gezer, birlikte dans eder, her şeyi birlikte yaparlarmış. Öyle yoğun ve hızlı geçermiş ki zamanları birbirlerine ayıracak vakitleri bile az olurmuş ama yine de eğlenirlermiş. Günlerden bir gün samuray daha içine kapanır olmuş. Hissettiği şeyleri artık hempasıyla paylaşamaz olmuş. Dansçı kız durumun farkındaymış. Her ne kadar onu anlamaya, dinlemeye ona yardım etmeye çalışmışsa da, samuray kendi iç çıkmazlarından bir türlü kurtulamaz olmuş. Ve bir gün samuray dansçı kızı karşısına alıp artık onunla birlikte olmak istemediğini söylemiş. Çünkü samurayı asıl ele geçiren şey içinde duyduğu şehvetmiş. Bu şehvet arzusu samurayların başına gelen karşı koyması güç bir zehirmiş. Samuray ne kadar fazla güzel kız tanırsa ne kadar fazla güzel kızla eğlenir zaman geçirirse kendisini o kadar daha iyi hissedeceğini düşünmüş. Bunu dansçı kıza olduğu gibi söyleyememiş çünkü kendisine dahi itiraf etmekten çekiniyormuş. O tecrübedeki bir samuray için bu zaafın çoktan aşılmış olması gerektiğini de biliyormuş. Hem dansçı kız da en çok buna güvenmiş.... Samuray dansçı kızı orada arkasına dahi bakmaksızın terk etmiş. Samuray terketmeden önce dansçı kız, samuraya bir mektup yazmış. Mektubu samuraya vereceği gün, aslında yollarının ayrılacağı günmüş. Dansçı kızın son sözleri samuraya, bu mektubu al senin için yazdım bir ara okursun olmuş. Ve dansçı kız oradan ağlayarak uzaklaşmış. Samuray çadırına varmış ve mektubu açmış. Mektupta dansçı kızın kendisini ne kadar çok sevdiğinden, onunla her şeyi birlikte yapmak istediğinden, onun atına binip daha bir çok yer görmek istediğinden, onunla her türlü güçlüğe ve zorluğa birlikte göğüs germek istediğinden bahsediyormuş. Fakat samuray zehirlenmiş bir kere mektubu kaldırıp bir kenara koymuş öylece, kendisini güçlü ve hafif hissediyormuş, kendisine özgürüm artık demiş. Aradan uzunca bir zaman geçmiş, samuray başka dansçı kızlarla gününü gün etmiş, gönlünü istediği gibi eğlendirmiş. Arkasında bıraktığı dansçı, turuncu saçlı, minik, sevimli, iri gözlü hempasının ne halde olduğunu neler hissettiğini düşünmemiş bile. Bazen aklına geldiyse de çok fazla üzerinde durmamış. İçinde bulunduğu durumdan memnunmuş yani. Bir süre sonra samuray güçten tekrar düşmeye başlamış, kendisini ele geçiren gücün zehir olduğunu idrak etmeye başlamış. Olacağını zannettiği şeyler pek de düşündüğü gibi sonuçlanmamış. Bir şeylerin yanlış gittiğini farketmiş, dansçı kızın yokluğunu soğuğu hisseder gibi hissetmiş. Çünkü kimse dansçı kızın ona baktığı gibi bakmamış, dansçı kızın onu sevdiği gibi sevmemiş, dansçı kızın gözlerindeki parıltıyı başka bir gözde görememiş.... Diğer yandan aradan geçen süre boyunca dansçı kız kendini toparlamaya çalışmış. Dansçı kız da başka samuraylarla birlikte gönül eğlendirmeye çalışmış. Saçları da turuncu değil siyahmış artık ama sevimliliğinden hiç bir şey kaybetmemiş. Dansçı kız, uzun boylu beyaz, minik gözlü samurayın çevresinde tanıdığı bildiği tüm samurayların atının arkasına binmiş ve sonunda o da yılmış. Samurayı bu şekilde aklından çıkaramayacağını anlamış. Çünkü onun istediği ve arzu ettiği şey bu değilmiş. Samurayı ele geçiren zehirden bulaşmış ona da. Ama iş bu ya zehir işte... Samuray içinde bulunduğu duruma bir son vermek için harekete geçmesi gerektiğine karar vermiş ve atına binip diyar diyar dansçı kızı aramaya koyulmuş. Bir gün arkadaşlarından haber gelmiş samuraya, dansçı kızın yaşadığı yerin bilgisi haberi. Dansçı kız karla kaplı ormanın içinde bir kulübede tek başına yaşıyormuş artık. Yaşamak için daha da kuzeyi tercih etmiş. Dansçı kız kendisine kar kadın da diyormuş artık. Samuray atına binip vakit kaybetmeden kulübeye doğru yola koyulmuş ve nihayetinde dansçı kızın yaşam alanındaymış. Kulübenin kapısına vardığında dansçı kızı görmüş ve hareketsiz öylece kalakalmış. Dansçı kız da samurayı görmeyi beklemediğinden şaşırmış bir halde öylece duruyormuş. Samuray atından inmiş ve bir hamleyle dansçı kızı kollarına almış. Sımsıkı sarılmış. Dansçı kızın ilk sözü çok özledim olmuş ve daha da sarılmış. Uzun bir süre ayrılmamışlar sarılmaktan. Samuray yaptığı şeyin bir hata olduğunu, kendisini affetmesini istediğini söylemiş ve dansçı kıza kılıcını vermiş. Samuraylar için kılıç çok önemliymiş. Kılıçsız bir samuray yersiz yurtsuz kimsesiz biri sayılırmış. Kılıç bir samurayın onuruymuş. Samuray, bu kılıcım sende kalsın beni ne zaman affedersen o zaman bana geri verirsin demiş. Dansçı kız kılıcı kabul etmiş, tekrar sarılmışlar birazcık da ağlamışlar. Samuray her şeyi telafi edebilmek için eline geçen bu durumu değerlendirmek adına daha çok çaba sarfetmiş. Dansçı kızla her anında ilgilenir olmuş. Samurayın istediği dansçı kızı koruyup kollamak diyardaki diğer samuraylardan daha uzak bir yere götürüp onunla mutlu bir hayat yaşamakmış. Samuray her ne kadar elinden geleni yaptığını düşünse de etkilendikleri zehir başkalaştırmıştı onları artık. Samurayın dansçı kıza bulaştırdığı zehir, dansçı kıza yapmak istemediği bir çok şeyi yapmaya itmiş. Samuray bundan da pişmanlık duyuyormuş ama elinden bir şey gelemezmiş bunun için. Samuray dansçı kızın o tanıdığı eski turuncu saçlı, minik, sevimli, iri gözlü kendisini seven kız olmadığını farketmeye başlamış. Dansçı kızla tekrar birlikte olabilmek adına ne kadar çalışmışsa da kar kadının kırılmış onuru ona samurayı affetmeye izin vermemiş bir türlü. Bu samuray için tamamen yıkım olmuş üstelik kılıcı bile yokmuş artık. Kendisini fazlasıyla şaraba vermiş samuray. Gel zaman git zaman samuray durumu kabullenmekten başka çaresi olmadığını anlamış iyice. Ne de olsa gücünü ruhunun derinliklerinden alıyormuş, özünün farkındaymış samuray. Yapmış olduğu hatanın pişmanlığını da küpe etmiş kulağına. Ayağa kalkıp atına yaklaşmış samuray. Atını biraz sevip ve tüylerini taramış. Yola koyulma vaktiymiş artık.  Nereye gideceğini bilmeden öylece dereler, tepeler aşmış. Aradan uzun zaman geçmiş... Bir gün samuray atıyla bir festival alanına gelmiş. Festivalde içmiş, eğlenmiş ve bolca dans etmiş. Kalabalığın içerisinde kendi halinde dans eden bir kız farketmiş ve yanına gitmiş. Orada karşılıklı dansa başlamışlar, enerjileri pek uyumluymuş bu kızla samurayın. İçinde tekrardan bir şeylerin alevlendiğini farketmiş samuray çünkü ettikleri bu dans farklı hissettirmiş samuraya. Hem turuncu saçlı, minik, sevimli, iri gözlü, dansçı kızı unuturum düşüncesiyle daha bir ilgi duyar olmuş yeni tanıştığı dansçı kıza. Yeni tanıştığı dansçı kız ay dansında çok iyiymiş ve kendisine ay dansçısı diyormuş. Samuray ay dansçısıyla daha bir vakit geçirir olmuş. Farklı şehirlerde yaşıyor olsalar da sık sık birbirlerini ziyarete giderlermiş. Ay dansçısı samurayın kendisine olan ilgisinden oldukça memnunmuş. Samuray ise ay dansçısını kendisi gibi benimsemiş. Kılıcından yoksun olan samurayın kalbi eskisi gibi çarpmasa da turuncu saçlı, minik, sevimli, iri gözlü dansçı kızda yaptığı hatayı telafi ediyor gibi hissediyormuş. Ve aradan uzun zaman geçtikten sonra güven duygusunu yeniden inşa etmiş samuray. Bir gün ay dansçısı samuraya, artık kendisine göstermiş olduğu ilginin onun için bir anlam ifade etmediğini öylece söyleyivermiş. Bu samurayın hiç beklemediği bir tepkiymiş. Her ne kadar bu duruma içerlemiş olsa da samuray, eskisi gibi yıkılmamış artık. Hatta daha bir güçlü hissediyormuş. Bu sefer atına binip başka diyarlara yol almaktansa, durup kendi çadırında kalmayı tercih etmiş. Kendisine daha fazla zaman ayırması gerektiğini düşünmüş ve kendi tedavisini kendisi üstlenmiş. Samuray kendisine kendisinden daha yakın birisi olamayacağını anlamış. Bu bir samuray için çok önemli ve değerli bir kazanımmış. Bu mertebede samuraylık da aşılması gereken bir durummuş zaten. Aşmış kendini samuray, sakallarını ve saçlarını kesmiş. Kendi derinliklerine dalmış uzunca bir süre. Bir gün bir mektup ulaşmış samuraya, mektup kar kadındanmış. Mektupta kar kadın başından geçen bütün olayları neyi neden yaptığını bir bir anlatıyor ve büyük pişmanlık duyuyormuş. Diğer samuraylarla olan ilişkileri ve insanları samuraya karşı kıştırtmasının sebebi samuraya karşı olan hırsıymış. İçinde bulunduğu bu durumdan arınmak istiyormuş ve bunun için samuraydan yardım istiyormuş. Çünkü her ne kadar artık kar kadın da olsa, samurayın onu çok yakından tanıdığını bildiği  ve onunla benzer süreçler yaşadığı için kendisini en iyi samurayın anlayabileceğini biliyormuş. Samuray kar kadından gelen teklif karşısında çok büyük heyecan duymuş ve kar kadını tekrar görmek istemiş. Çünkü ona gerçekten yardım etmek istiyormuş ve paylaşmak istediği tecrübelerini yazarak aktarılamayacağının farkındaymış. Ama bu mümkün olamamış, kar kadın mektubu yolladığı kulübesinden mektubu yolladıktan hemen sonra taşınmış ve yeni yerini kimse bilmiyormuş artık. Kendisine yeni bir hayat kurmak istiyormuş kar kadın. Samurayın kendisini görmek isteyebileceğini tahmin ettiğinden samurayın yardımından da vazgeçmiş sonradan. Kar kadın samurayların bulunduğu diyardan topyekün gitmiş, dansı da bırakmış hem. Samuray buna gülümsemiş çünkü biliyormuş dansın bırakılmaz bir neşe olduğunu ama kar kadını da çok iyi anlıyormuş. Kar kadın yeni taşındığı yerinde bir çiftçi ile birlikteymiş artık. Hatta kendisi de çiftçilik öğrenmiş küçük çocuklara eğitim veriyormuş. Yanına yerleştiği çiftçi ile bir ovada bağ evleri varmış, ama yerini samuray asla öğrenememiş. Hem öğrense de artık hiç bir şeyin değişmeyeceğini samuray biliyormuş, her şeyin farkındaymış. Yüzünü bir tebessüm almış samurayın, kalbinden herkese her şey için teşekkür etmiş... Bir gün imparatorlukta büyük bir savaş başlamış, bu samurayın belki de son göreviymiş. Atını hazırlamış ve binmiş üstüne. Varmak için savaşın diyarına, atını sürmüş gözden kaybolana dek samuray. Ve bir daha da ne uzun boylu, beyaz, minik gözlü samuraydan ne de turuncu saçlı, minik, sevimli, iri gözlü, dansçı/kar kadından haber alan olmamış. ONLAR ERDİLER Mİ MURADINA BİLİNMEZ AMA BİZ YİNE DE ÇIKALIM YATAĞIMIZA :)


23 Şubat 2018 Cuma

İf

Ya en güzel günlerimi yaşadıysam ? Ya beni karşılıksız seven son kadın da alıp gittiyse pılını pırtısını ? Ya bir gün ben de kalabalığın içerisinde mutsuz yığınların arasında akacaksam sadece, nedensiz ? Ya bir gün ben de sabah mesaiye başlayıp iş bitimi için akrebi yelkovanı denetleyeceksem ? Ya gösteriye çıktığım sahnelerin son toz kırıntıları da süpürüldüyse ? Ya muhabbet duyduğum insanlar tarafından artık bir göz aşinalığına, kuru bir merhabalığa düşürülmüşse statüm ? Ya annemin kucağına sığamayacak kadar büyümüşsem artık ? Ya bir gün bedenim kendi ağırlığını taşıyamayacak kadar yorulursa, asıl da önemlisi ya herkesin yaptığı yanına gerçekten kâr kalıyorsa ? Ya iyi dediğimiz şeylerin özü başından beri yanlışsa ? Ya en başından hayata yanlış başladıysak ? Ya endişelerimde haklıysam ? "Kandırma" inanmak eyleminin sonunda anlaşılır, ya inandıklarımız kandırmacaysa en başından ? Ya özümüzün üzeri iyilik kiriyle yosun tutmuşsa ? Ya adem ile havva yasak meyveyi yemekte gerçekten masumsa ? Ya da şeytan gerçekten haklıysa..


21 Şubat 2018 Çarşamba

Anlamanâ

Nedense merhameti en sevgili bulduklarımızda ararız oysa asıl celladımız onlardır bizim... Döndü ve söyleyiverdi kadına adam; asılayım diye sana geldim oysa gördüm yapraksız kuru bir dalsın. Kadın alınmadı üzerine asılamazsan tutunursun, hep tutunmak istemez miyiz ? Dedi ve ekledi, hem bir kadındaki öznel anlamını çözmeden onu harcama adam. Oysa arzunun şehveti karşısında her şey çözünür ilk çözünen adam oldu. Peki ya konuşacaklarımız biterse diye sordu kadın, adam kendinden emin bir şekilde bizim konuşacaklarımız bitmez ki....Kadın tekrar adama döndü o zaman dans eder miyiz ? Dansın şöhretsiz olanının henüz farkında değildi adam, kendiyle dans etmesini bilmeyen, başkasıyla dans edemez. Manasına vardı sonunda adam, geriye baktı ve gördü ki artık tutunacak ne bir dal ne de çalan müzik vardı, en azından kendiyle dans edebiliyordu.


13 Şubat 2018 Salı

Tan r/ı Kendi n/i

Kendimi ifade edebilme alanlarında bir yol arıyorum aslında. Zihnimin içinde sürekli bir ses, düşünce var. Baktığım her yerde her anımda bu düşünce ve ses yeniden üretiliyor. Sanırım bu da bakış açısının kendisi oluyor yani bakışl açısı üretilen bir şeyse sanırım bu inşa mekanızması zihnimde böyle işliyor ve kendimi ifade edebilme alanlarında deneniyorum kendimce aslında. Bazen yazıyorum bazen  dans ediyorum bazen anlatıyorum bazen de zihnimde canlanıp kayboluyor. Kendimi ifade etmek istememdeki amacı düşünüyorum yani neden yapıyorum ? Sanırım bu doğrudan insanın varoluşundan gelen bir mesele yani "iletişme istenci" bunu biz köklerimizden getirdik inşa ettik, öğrendik, öğrettik ve aktardık. Bunu dil aracılığıyla yaptık ürettiğimiz dil anlam ile varoldu. Oysa her zihin kendi içerisinde özerk. Yani söylediğim kelime ve cümlelerin ya da ifade ettiğim o anki duygunun karşımdakinde tam olarak benimle aynı hissi uyandırıp/uyandırmadığını bilmiyorum. Ama ortak bir payda da var.  Aşk dediğimde, acıma, korku, neşe vs. Bu kelimeler karşı tarafta bir anlam buluyor ya da bir zemine oturabiliyor. İletişimin doğası da bu olsa gerek. Ve tabi bunu biraz da tanrısal bir olgu olarak görüyorum. Çünkü ben tanrının insan zihninin, insan düşünce biçiminin, insan varlığının bir mükemmeli, bir makrosu olarak görüyorum. Tanrı insanın bir uzantısı, zihninin ideal yapısı olarak görüyorum. Bunu şunun için söylüyorum, islam tanrısı Allah'ın insanları neden yarattığına dair meleklerin sorduğu soruya "kapalı bir sandık idim bilinmek istedim" yanıtını verir. Yani bilinmek ve tanınmak.  Dahası ise bunu kelimeler yoluyla söz yoluyla yazı yoluyla yapıyor olması. Bu iletişme istencini tanrıda da görmek mümkün. Bunu söyleyerek kendimi haklamış oluyorum hem insanın kendini ifade etme isteği ve bunu tanrının da kendisinin ifade etmesi. Diğer yandan kendiliğinden olan tanrının da aynı istence muhtaç olması. İnsanın zihninde yaratmış olduğu tanrı ile aslında kendisinin aynı şeyler olduğunu gösteriyor. Yani diyorumki insan bu bakımdan tanrıdır, kendimizi ifade etmek ise tanrının buyruğudur...Yazarak aslında bilinçaltımı daha görünür kılıp deşifre etmek istiyorum. Çünkü kendime yardım edecek onu kurtaracak kişi olan da yine benim. Okuduğum bir kitap, izlediğim bir film edindiğim bir tecrübe ya da herneyse bana benden daha yakın olamayacak. Şunu da gözden kaçırmamak gerekir kitaptan veya görselden çıkardığım düşünce beni şekillendirebilir "medenileştirebilir" kendime ya da dışarıya öznel veya nesnel dünyama etki edebilir ama doğrudan bana dokunup dokunmayacağına emin değilim.  Bunu şu yüzden söylüyorum, yaptığım şeyi devam ettirmekte kararlıyım bilinçaltımı mümkün oldukça bir çok yerden açığa çıkarmak istiyorum. "Aslında ben ne düşünüyorum" ? Ve başta söylediğim şey olan "iletişme istenci" ve dahası da zihnimdeki oluşumları kayıt altına alma isteği. Belki bir gün kapalı bir sandık olan "ben" bilinmek istenir. Benim için değerli şeyler bunlar okuduklarım, gördüklerim, zihnimde canlandırdıklarım bana özeller. Üreten zihin değerlidir ve açılmak ister ya da ben öyle istiyorum. Hem belki bir başkasının da kendini ifade etme yollarından birini tercih etmesinde rol oynayabilirsem ne güzel. Buna neden olabilirim. Yaptığım şey çok basit zihnimde canlananı o an düşünmeden kayıt altına almak, kendimi deşifre etmek, çünkü ne kadar çıplak olursam sonrasında nasıl bir benle karşılaşacağımı görmek istiyorum. Genelde kendimize dışarıdan bakan yabancılarız, başkalarının istek, talep ve beklentilerini cevaplayan karşılayan kimseleriz.


Bedenimin Fikri Düşünce



Düşünce, eylem olarak kendisi bedenin bir uzantısı yani bedenin bir fikridir. Yani bedenine ne kadar bakar ve dikkat edersen o kadar güzel karşılığını alırsın. Buna ben "içe kültürlenmek" diyorum. Tabi kültürün aslında ekip, dikmek, işlemek olduğunu belirtmekte fayda var. Bir dönem Whatsapp durum güncellememde yazardı "Oysaki aklın kültürü zeka, ruhun kültürü felsefedir". Şimdilerde ise önce kendini bil tanı, kendinle barış, içe kültürlen sonra ruhunun, aklının ne olup olmadığını zaten kavrayacaksın diyorum. İçe kültürlenmeyi bedensel aktivitelerinle başlatabilirsin, vücuduna giren gıdalarla destekleyebilirsin, güzel müzikler dinleyebilirsin, dans edebilirsin yargıdan uzak istediğin gibi sallanıp hareket edebilirsin. Yani bizi kapsayan bu beden mekanizmasını keşfetmek lazım, bunu herkesin görmesi ve farketmesi lazım. Yunus Emre'nin söylediği gibi "bir ben var benden içeri". Düşünce, bedenimizin içinde üretilen bir eylemsellik. Yerini bilmiyorum, belki kafamın içinde belki kalbimin belki bağırsaklarımdadır da ama her neyse bedenimin içinde biryerde. Ortaya çıkan bu düşüncemi de kayıt altına almak istiyorum. Yüzümün fotoğrafını çekip instagram'a yüklüyorsam, bedenimden bir parçayı yani yine bedenime ait başka bir uzantıyı "düşünce" yi neden paylaşmayayım. Düşünceyi bedenden olan bir şey olarak tanınlamam ortaya çıkış haliyle mutlu ediyor beni. Şu sözü duyduğumda çok heyecanlanmıştım Schopenhauer'dan "her anını güzel, farkında olarak, hissederek yaşa ki, kötü hissettiğinde hatırlayıp sığınacak anıların olsun" Bunu günlük hayata oturtmak zor olabiliyor. Kötü hissettiğimde rüyamda çocukluğumdan bir kare görerek uçarak ya da yüzerek sabah biraz daha iyi hissedebiliyorum. Bedenim bana bunu sağlıyor, öyle bir mekanızmaki sen iyi hisset diye çabalıyor elinden gelen rüya olabiliyor yetmez mi :) ?....İradi olarak buna devam etmek de sana kalmış, umarım anlatabiliyorumdur. Senin için uğraşan bir bedenin var ama sen onunla birlikte hareket etmek yerine ona muhalefet oluyorsun. Bu açıdan içe kültürlenmek lazım buna önceden bireysel devrim diyordum şimdi ise kime devrim (: ? Sen zaten sensin bu yapı sandığımızdan da karmaşık, devrim yapamazsın burada. Devrim çevrendekilere olur, hayatına etki eden, şekillendirmeye çalışanlara karşı yaparsın, kendilerini tanımalarını sağlayarak yaparsın, kendine devrim olmaz darbe de olmaz, kendinle sadece uzlaşabilirsin, konsensus olur. Tabi bahsetmeye çalıştığım ikili bir yapımız olduğu değil şalter gibi 1/0 arası geçiş gibi değil. İçimizde dışımızda biriz, ama aynı zamanda değiliz. Eş başkanlık var içimizde  belki demokrasi de özümüzdendir (:. Kendini tanımak bilmek de buradan geçiyor. Şöyle olabilir mi mesela ? Vücuduna düzenli olarak zarar veriyorsun, diyelim ki sigara içiyorsun. Bedenini zehirleyip, hasta ederken içinde bir şeyler arıyorsun, bulamayacaksın bedenini dinlemeden. Karar alırken kendimden biliyorum, ya da kendimi biliyorum deyip devam ettiriyorsun, kendini tanımayı araç haline getiriyorsun, bahsettiğim şey daha aşkın ve basit de ayrıca. Yani daha "iyi" kararlar almak alabilmek için kendimizi tanımak derdimiz olmamalı, kendimizi tanımak amaç olmalı ama araç olmamalı.


2 Şubat 2018 Cuma

Kaçış

Bazen beni kimse bilmesin istiyorum insan ilişkilerinin olağanca tüketici boyutlara ulaştığı şu anımda. Unutulmak silinmek istiyorum hafızalardan... Tanrı sen hiç sıkılmaz mısın bu insanlardan ? Kalabalığın uğultusu arabaların kornaları, ne bitmez bir egodur daha kaç secde lazım kıyamet gününe.


1 Şubat 2018 Perşembe

Tamir

Kırılmışın onuru, acımasızlığın şehvetinde tamir olurken kalp sessiz bir çığlık gibi bey beynin dizleri dibinde mağrur ve bir o kadar içten, bu günah bu ayıp ! Bir ben olmak uğruna emdiğimiz onca ruhun günahı var olsun istenir, merkezi olmadığımız sonsuz evrenin sonsuz olasılıklı bir noktasında ne bir yol vardır ne de varılacak bir durak. O var sandığımız şeylerin toplamı kendi varlığımızdan başkası olmadığını farketttiğimiz anda, rüzgar bizi taşır yorulmadan uzaklara, en uzaklara.


30 Ocak 2018 Salı

Ayrılık



En çok da geceleri sevmedim çünkü vurdu ayıbımı yüzüme, el ne dedi ayak ne dedi düşündürdü bir bir. Düşündürdü tüm olanları... Düşman oldum herkese en çok da kendime, kendini bilmenin yolu düşman olmayı öğrenmekten geçermiş, en çok da kendine bunu da yeni öğrendim. Yokluğuna alışmaya alıştırıyorum kendimi, sıcak tenin geliyor aklıma sıcak öpüşler, uzaklaşıyor en acınası soğuğunda gecenin. Kıvrılıyorum yatağın bir ucundan bir ucuna yumruk oluyorum kendi kendime ah burda olsan. Zoruma gidiyor her şey herkes bu ne ayıp bu ne günah. En çok cehennemi ben hakediyorum arzu kutusunu açtığım için... şimdi gece olur saatler sonra sabah, uyanırım nasılsa her gün bir umut, tekrar gece olur bugün de hiç bir şey yok. Uyusam uyanmasam, belki rüyamda sararım hem ne demek rüyaya hükmedememek. Kokun gidecek, ellerin gidecek, öpüşlerin gidecek şimdi öyle mi ? Ben ise bir mağlub bir ölü... En çok da insan varlığıma küfrettim. Tanrı bu kadar zor olmalı mıydı ? Hem sevişmek en kutsal ibadetken nedir bu beni ele geçiren şeytani  güç, yolu kaybettiren, kanırtan, içimden canı söküp alan. Utandım her an her saniye öyle ki zaman küstü geçmedi bir boşluğa el salladım şimdi tam ortasındayım adına her ne dediysek. Dışavuramadığım her neyse ezildim altında ağladım müzik sustu, müzik başladı ben ağladım... Yetmesindi, celladına gülümsemek böyledir işte, yok oluşa götürürken tüm sevdaları son dilek son söz ? Bitti mi şimdi, gitin mi ?


29 Ocak 2018 Pazartesi

Sancı

Varolmanın sancısına henüz alışamamışken  insan, hak mıydı metalaştırmak bedenleri, duyguları...Tüketirken hisleri birer birer ne güzeldir sonsuzluk içinde keşfetmek. Keşfederim sandım, hislerin vargitmenin matematiğini ne bilmişim ne yanılmışım en güzeli de bilememekmiş... Hisler ne güzelmiş bir bedeni keşfetmek yavaşça öğrenmek, dokunmak... Varsürsün keşfimiz, bütünleşsin beden tek vücut olsun, küfredercesine sisteme duyguları esir alan her kimse yok olmalı...Ne güzel ait hissetmek ne güzel en küçük parçalarında hissetmek...



28 Ocak 2018 Pazar

Cevap

Öncelikle tanımını alayım demeli her şarlatana, cevap verilesi her durum. Belki bizim tanımımızdır yaşantıyı değiştirecek olan, boşluğun tüm nedensizliğinde...


Bulantı - 1

Oysa dedim, sevişmek yalnızlığın ilk alametidir. Hem nasıl olmasın, anne sevgisini aradağın şu anda bir sıcaklık bir şevkat verebilir miydi boşa harcadığın onca enerjini. Ne çok sevmişiz ne çok yanılmışız, her insan bir dünya her beden bir atlas karış karış keşfedilesi bir bilse insan yok oluşun ilk habercisi...